22 Ekim 2014 Çarşamba

YAŞAM VE ÖLÜM

        Hayatın anlamı nedir? Elbette bu soruya verilebilecek tonlarca felsefi cevap vardır. Fakat hangi dini veya felsefi ekolü kabul etmiş olursanız olun, yaşamın ve evrimin bir amacı vardır.

Var Olmak (Yaşamak)

Var olmak durumunu var olmak yapan nedir? Bahsettiğimiz var oluş, bir taşın var olması gibi bir var oluş değildir, yaşamsal bir varoluştur. Yaşamı yaşam yapan şey ise değişimdir. Canlı olan ile ölü olan arasındaki fark, canlı olanın sürekli kendi iç dinamikleri aracılığıyla bir değişim halinde olmasıdır, ölü olanı ise sadece çevresel şartlar değiştirebilir. Değişimin olmadığı yerde yaşam yoktur, değişim yaşam ağacının sürekli büyümesidir, dallanıp budaklanmasıdır.

Yaşamsal değişim tabi ki rastgele bir değişim değildir, yönü vardır ve bu yönde evrim, yani yaşamın artmasıdır. Bu değişimin temel özelliği bilgisinin değişmesi, artmasıdır. Bu bilgi artışını farkındalık diye tanımlayabiliriz. Örneğin, tek hücreli canlı bazı çevresel şartları nasıl yönlendireceğinin bilgisine sahiptir - çevredeki bazı kimyasalları, kendi yaşamının devamı için reaksiyona sokarak enerji üretir - ama çevresel şartlar tarafından çok kolay yönlendirilir (O kimyasalın bitmesi).

Fakat evrimsel anlamda daha ileri bir canlı ( daha çok bilgi sahibi, daha farkında olan) bazı çevresel şartların farkına varıp, bunlar tarafından yönlendirilmekten kurtulabilir. Örneğin, bir köpek, besininin bitmesi durumunda, besin arayacak başka ortamlar bulabilir, kendini tehdit eden canlıları fark edip uzaklaşabilir.

Yani yaşamın temel amacını bilgi arttırarak evrimleşmek olduğunu söyleyebiliriz.

Yaşamın Temel Şartı

Yaşamı oluşturan bu öz bilgi varlığının - genetik kod - yaşamın devamı için paylaşılması gerekir. Örnek olarak, hücrenin bölünürken, bilgisini bir diğer hücreye geçirmesi, canlıların genetik değişimlerini bir sonraki nesillere aktarmalarını verebiliriz. Çünkü paylaşılmayan bilgi yaşamı çeşitlendirmez, birey bazında kalır ve organizma ölünce yok olur. Bu da evrimin ve yaşamın amacına ters düşer. Yani paylaşım olmaksızın yaşam olmaz.

Bu sonsuz değişim zincirinin içerisinde yaşamı kapsasın veya kapsamasın her varlık bir bütünün parçasıdır, her değişimin başka bir değişime etkisi vardır ve varlığa ait herhangi bir bilgi bu değişimi idrak edip belirlemeye yarar, akabinde yaşama hizmet etme yolunun önünü açar. (Bkz. Kaos Teorisi) Örneğin, ateşin yakıcı olduğunun bilinmesi, ateşin tehlikelerini belirleyebilmemize ve ateşten sakınmamıza yol açar.

Tabi ki bilgi ediniminin birey odaklı olup, bir süre sonra başka yaşamsal formları tahrip etmesi bu zinciri bozar ve akabinde bireyin yaşamını tehdit eder. Örnek olarak başka canlıların yaşam haklarına saygı duymadan, onların yaşam alanlarının su kaynaklarının tahrip edilmesi, betonlaştırılması, akabinde bunun su kıtlığı ve besin temin edememe olarak geri dönmesini sunabiliriz.

Sonuç olarak varlığımızın temel amacı sürekli bir bilgi edinimi, paylaşımı ve bunların oluşturduğu değişimdir.

İçinde bulunduğumuz yaşamı bu yasa çerçevesinde nasıl incelemeliyiz?

İnsan dışında hiçbir hayvan kendi bilincinin farkına varamadığı için hayvanların yapay bir müdahale olmaksızın bu evrim çizgisinden sapması mümkün değildir. Lakin insan kendi bilincinin farkına varabilmiş, kendine dönük bir sorgulama yapmış ve bu sorgulamanın sonucu olarak çok farklı çizgilerde yürümeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak kimi zaman yaşam ve evrim çizgisini çok güzel koruyup geliştirmiş, kimi zamanda yaşamı öldüren bir çizgide hareket etmiştir.

Bireyin sürekli bir değişim halinde olması gerekmektedir, sürekli bir bilgi ediniminde olup bunu yaşamı yükseltmek için - sadece kendi yaşamını değil, yaşama dair her şeyi - kullanmalı, bilgisini paylaşarak gelecek nesillere daha çok yaşam imkanı bırakmalıdır.

İnsanın Bilgi Edinim Süreci

İnsan kendi bilincinin farkına vardığı için, bilgisini, hem genetik kodla, hem birebir iletişimle aktarabilen bir canlı olmuştur. Bu bilginin esas temin yolu ise varlıktaki neden-sonuç ilişkisinin farkına varabilmesidir. Bilimlerin çıkış noktası budur, doğadaki sonuçlara bakarak bunların nedenini araştırırlar.

Birey bilgi edinirken, sorgularken veya herhangi bir şeyi incelerken bu neden sonuç ilkesini göz önünde bulundurmalıdır. Genetik evrimde, kendi kendini sorgulayan bir mekanizma olmadığı için çizgisi sabittir, fakat zihinsel evrim ve zihinsel evrimin genetik evrime etkisi, yolunu şaşırmaya müsaittir. Bu yüzden neden sonuç ilkesi göz önünde bulundurulmalıdır, bulundurulmadığı takdirde yüzeysellik, sığlık ve dogmatizm dediğimiz sorunlar ortaya çıkar. Örneğin, toplumda şiddet olaylarının ortaya çıkmasını şiddet eylemi yapan bireylerin “kötülüğüne” yorulması, bu sorunu çözmez, hatta daha kötü sonuçlara yol açabilir. Lakin bireyleri şiddet eylemine iten sebepler araştırılırsa, sorunun çözülmesinde büyük bir adım atılmış olur.

Bilgi edinim sürecinde bu ilkenin bir metod haline getirilmesi, bilginin durağanlaşmasına, hataların yapılmasına, bu hataların toplumsal dogmalara dönüşmesine engel olur ve yaşamın gelişmesine yardımcı olur.

Tabi ki insanın ve toplumun yaşamını şekillendiren çok fazla dinamik vardır ve bunlar tek tek irdelenmelidir.

Biyofili Ve Nekrofili

Erich Fromm’un tanımlamasına göre bu iki eğilim insanın içinde sürekli çatışmakta olan iki kutubun - yaşam ve ölüm, ilerleme ve çürüme - en temel iki psikolojik yansımasıdır. Biyofil eğilim yaşamdan, değişimden, özgürlükten, gelişmekten, sevgiden hoşlanırken, nekrofil eğilim ölümden, durağanlıktan, otoriteden, tahakkümden, çürümeden, şiddetten hoşlanır.



“İnsanlar arasında ruhsal ve ahlaksal açıdan ölümü sevenlerle yaşamı sevenler (necrophilous’la biophilous) arasındaki ayrımdan daha büyük bir ayrım düşünülemez. Bu bir insanın bütünüyle ölümsever ya da bütünüyle yaşamsever olduğu anlamına gelmez. Kendilerini bütünüyle ölüme adamış kişiler vardır; bu kişiler çıldırmışlardır. Öte yanda kendilerini bütünüyle yaşama adamış kişiler vardır; bunlar da bir insanın ulaşabileceği en yüce amacı gerçekleştirmiş kişiler olarak bizi etkilerler. Birçok insanda değişik karışımlarda hem yaşamsever hem de ölümsever eğilimler bir arada bulunur. Burada önemli olan – iki eğilimden birinin kesin varlığı ya da yokluğu değil – canlılarla ilgili olgularda her zaman görüldüğü gibi, hangisinin ağır basarak insan davranışını belirlediğidir.”[1]

Bu iki eğilim ileri derecelerde iki farklı eğilimle beraber ortaya çıkmaya başlar, ve bu iki eğilimin ileri derecelerini yaşayan insanların artık öbür şıkkı seçme şansları kalmamıştır.

Buradaki esas husus dünyanın ve toplumun kapitalizm tarafından nekrofil bir yapıya evrilmesidir.

Gelecek yazıda bu konulara değineceğim.

                                                                                         D.M.



[1] Erich Fromm, Sevginin Ve Şiddetin Kaynağı, Kasım 2008, Payel Yayınevi, s. 31

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder