22 Ekim 2014 Çarşamba

OKULUN ÇALIŞMAYA ETKİSİ

       Yazının başlığı, size muhtemelen itici gelecektir. Okula gitme ve onun adeta kardeşi gibi beraberinde gelen çalışma eylemi, aşağı yukarı yedi yaşımızda başlar ve bu andan itibaren hepimiz, okula gider, okuma yazma öğreniriz, Fen ve Matematik alanlarından kısmen haberdar oluruz, ülke ve dünya tarihi bize öğretilmeye çalışılır. Fakat gördüğümüz eğitimin tarafsızlığı veya bilimselliği bu yazının konusu değil. Ben daha çok eğitim öğretim kurumlarının bizi nasıl hayatımız boyunca her alanda etkilediğini incelemeye çalışacağım.

Eğitim öğretim kurumları aslında başından beri en çok bir tek şeyi vurgular: Çalışmak. Eğitim, okuma yazma öğreniminden bir deneyi yorumlamaya kadar bizden hep çalışmayı ister. Burada karşı olduğum şey çalışmak değil, bu eylemin gerçekleştirilme biçimi ve amacı. Eğitim sistemi öğrenciye çalışmayı hep bir ödül-ceza sistemiyle yaptırmaya çalışır. Ödevleri yapılırsa öğrencinin notu yükselir ve ona iyi gözle bakılır (öğretmen tarafından), sınavdan yüksek bir not alır.

Yapmayan içinse tam tersi söz konusudur. Öğretmeni tarafından azarlanır veya ailesine şikayet edilir, dolayısıyla yedi yaşından itibaren öğrenci, bir rekabet ortamına atılır. Tüm bunlar öğrencileri çalışmadan soğutur. Çalışmak eylemi ona itici ve zorunda kalmadıkça yapmayacağı bir eylem haline gelir. Birey olarak kabul edildiği on sekiz yaşına kadar ya okul ve çalışma,  ya da bilgisayar oynama ve televizyon seyretme ikilemine girer. Hayatının bunlardan ibaret olduğuna kanaat getiren öğrencinin, eğitim hayatı bitse bile artık hayata bakışı daralmıştır ve en önemlisi emeğe bakışı ciddi ölçüde zararlı bir konuma gelmiştir. Gördüğü eğitimin tahribatından dolayı bir şeylere emek vermek istemez. Her şeyi tıpkı ödevini yaptığı veya ders çalıştığı gibi kolay yoldan halletmek ister. Her şeyin kolayına kaçan, emek vermeden kazanmak isteyen bugünün öğrencileri, yarının toplumlarını yaratacak bu insanlar, bu felsefeyle yoğrulur. Emek kavramından soğumuş öğrenciler sosyal yaşamda herhangi bir aktiviteye de o gözle bakarlar. Müzik yapmaya, araştırmaya veya sorgulamaya ilgi duymazlar, çünkü bunlar emek ve çalışmayı gerektirir.

Üstüne iyi düşülmemiş ve üstünde çalışılmamış, kısacası emek verilmeden yapılmış bir yasa, insanları koruyamaz, suçları önleyemez. Zeminine ve yapısına gereken önem verilmemiş bir bina yıkılacaktır, üstünde iyi düşünülmemiş bilimsel araştırmalar yerinde saymaya mahkumdur. Kısacası emeğe saygı duymayan bir toplum insanca yaşayamaz. Tabi burada eğitimin soğuttuğu diğer eylemlerin bazılarından da bahsetmemiz gerekir.

Eğitim süresince sürekli bir şeyler okuması istenen ve bu okuduğu şeyler çoğunlukla sıkıcı geldiğinden ve bir ödev ahlakıyla yaptırıldığından öğrenci bir alışkanlık haline getirmesi gereken bir eylemden hayatı boyunca soğumuş biri olarak çıkar. Bu eğitim süreci cahil ve sorgulamadan uzak insanlar yetiştirir. Bu da sistemin istediği insan yapısının temelidir. Sistem, yaptıkları eylemleri sorgulamaktan uzak olan halktan, bugün cebindeki parasını çalar, yarın haksız bir savaşa ikna eder, istediği her şeyi yaptıracak hale getirir.

Emek vermekten ve okumaktan soğumuş bir toplumun nasıl yaratıldığını bu yazıda kısaca işledik. Gelecek yazımızda, bu sistemin geçmişte nasıl işletildiğini ve kimler tarafından nasıl yıkılmaya çalışıldığını ve çözüm önerilerini inceleyeceğiz. Tabi bu yazıyla bu çürümüş sistemin sadece bir yönünü mercek altına aldığımızı hatırlamakta yarar var.


                                                                                            R.V.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder