Kenti var eden en büyük unsurlardan
biri de, “kentsel yaratım” ve “kentsel yaratım süreçleri”dir. Peki nedir
bunlar? Kentsel yaratım, geleneksel üretim biçimlerinden uzaklaşmış insanın
kent yaşamı içinde var ettiği ve ortaya çıkardığı şartlar ve olgulardır.
Kırsalın kollektif üretiminden ve onun ortaya çıkardığı üretim kültüründen
uzaklaşmış olan kent insanı üretimden uzaklaştığını fark ettikçe, sosyal bir
bilinç-altının yansıması olarak ve aynı zamanda değişik iktidar odaklarının
(burjuvazi, devlet vb.) on yıllar boyunca yaptıkları kara-propagandalar
nedeniyle, üretimden ziyade artık elinde kalan yegane eylemlilik olarak
tüketimin ve tüketim kültürünün yaratımına başlayacaktır. Peki bu süreç nasıl
işler? Bu süreç kollektifleştirdiğimiz şeyin ne olduğu ile ilgilidir.
Yüzyıllardan beri süregelen kollektif üretim, çokluğun (eylem halindeki
insanların) ortaklaşalığı, üretiminde kültür yaratımındaki başlıca ve en önemli
kaynaklardan biri haline gelmesini sağlamıştır. Yıllar geçtikçe
kollektivitesini kaybeden üretim bireyselleşmeye ve üretimle üreteni birbirine
yabancılaştırmaya başlamıştır. Şartlar böyle sürerken kentlerin neredeyse her
köşesinde belirmeye başlayan önce iş merkezleri ve sonra avm’ler de üretimin
kollektivitesini sıfıra indirerek yeni ve farklı bir eylemi, tüketimi
kollektifleştirerek, farklı bir kültür yaratılmasını ve kentlerin yavaş yavaş
çözülmesini sağlamıştır.
Kentlerin
Çözülüşü Ve İktidarist Planlama
Bu şartlarda bir “sürekli çatışmalar
mekânı” haline gelen kentte artık kollektivite dağıtılmış ve kent yaşamı,
kentli insan için bir yalnızlık ve kapatılma mekanı haline gelmiştir. Peki bu
nasıl oldu? İçinde bulunduğumuz çağda artık, kapitalizm; sanayi, ticaret ve
kültür şehirlerini aynı kent merkezleri altında toplamak istemektedir. “Metropolis”
olmanın, bir kapitalizm kenti olmanın başlıca önkoşulu artık budur. Bu
şartlarda kentlerde başlatılan yeni toplumsal ve mekansal ameliyatlar sayesinde
kentsel ve kamusal yeşil alanlar ve sosyal toplanma mekanları olarak meydanlar
sistematik bir şekilde yok edilerek bireylerin sosyalizasyonu ve kentin
toplumsal dinamiklerinin devamlılığı tamamen durdurulmuştur. Bununla birlikte
kent merkezinde kent sınırlarına doğru bir “kültür mekanı-ticaret
mekanı-barınma mekanı-sanayi mekanı” hiyerarşisi kurularak kentin insanının
kent merkezlerinden yani kentlerin sosyalizasyon mekanlarında uzaklaşmaları
sağlanmış, bundan dolayı sosyalize olma ihtimalini kaybeden kentli birey, kendi
içine dönerek bireyselleşmeye ve bireycileşmeye başlamış ve yalnız bırakılmaya itilmiştir.
Bu şartlarda, kentler, toplumsal buluşma ve üretim mekanları olmaktan çıkarak,
kapitalizmin bir tüketim mezbahası ve devletin kendi iktidarını en çok
meşrulaştırdığı alanlardan biri haline gelmiştir. Bu süreçleri yaşayan kent de
artık kollektif iradenin yerine bireysel iradenin gelmesiyle birlikte çözülmeye
başlamıştır.
Sonuç Yerine
Peki toplumsal ve dayanışmacı bir
kent için ne yapmalıyız? Herhalde bu kısa ve aciz yazının cevaplamak istediği
yegane soru budur. Cevabı, aslında toplumsal praxis’lerle ortaya çıkacak
olmakla birlikte, yapılması, en azından yapılmaya başlanılması gereken şey,
kentlerin iktidarist planlamasını yok ederek tekrardan bir merkeze ve toplumsal
buluşma mekanlarına dönüş sağlamak (parklar, meydan vb. yoluyla) ve üretim ve tüketimi,
üretim ve üreticiyi birbirine yabancılaştırmayacak yeni toplumsal paylaşımcı ve
dayanışmacı anti-otoriter ve ekolojik bir sistem inşa etmektir.
Kara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder